İlker Sağdilek
3 min readFeb 18, 2018

Di’li Geçmiş Zaman

Çocuklarımızın biri 10 biri 6 yaşında. İkisi de yurtdışında doğdu ve yurtdışında büyümeye devam ediyor. Onlara Türkiye ile ilgili öğrettiğim ilk kavram Atatürk oldu. Sonra Fenerbahçe’yi öğrettim. Sonra da Barış Manço şarkılarını ezberletip, Kemal Sunal’ı anlattım…

Bugün Hababam Sınıfı serisini tamamladık. Çok eğlendiler. İzlerken ben de hasret giderdim, yer yer çok duygulandım. Önemli oyuncuları tek tek anlattım. Sırada diğer Türk Filmleri var. Çocuklarıma memleketi bu yollarla anlatmaya devam edeceğim…

Onlara bir baba olarak her şeyin en doğrusunu, en güzelini aktarmaya çalışıyorum. Doğruyu yanlışı en belirgin ve anlaşılır şekliyle açıklamaya gayret ediyorum. Her konuda gerçekçi davranmaya çalışıyor, ayrıntıları en yalın halleriyle anlatıyorum…

Fakat konu Türkiye olunca iş değişiyor…

O noktada çok nesnel davrandığımı, Türkiye ile ilgili her konuyu olduğu gibi yansıttığımı söyleyemem. Belki de doğduğum büyüdüğüm ülkeyi hep sevdiğim halleriyle hatırlamaya çabaladığım ve çocuklarıma da sadece o güzellikleri aktarmak istediğimdendir. Sebep her ne olursa olsun bu konuda duygusal yanım ağır basıyor…

Ben ülkemi siyah önlük beyaz yakayla okuduğumuz Atatürk şiirleriyle, Barış Manço’nun “Nane Limon Kabuğu”yla, Şaban’ın “eşşoğlueşşek”iyle, Münir Özkul’un her filmde verdiği insanlık dersleriyle, Adile Teyze’min “kuzucuklarım” deyişiyle, Halit Akçatepe’nin kikirdemesiyle, Tarık Akan’ın, Emel Sayın’ın güzel gözleriyle, Zeki Müren’in, Orhan Boran’ın Türkçe’si, Halit Kıvanç’ın nezaketiyle, Türkan Sultan’ın hülyalı bakışlarıyla, Hulusi Kentmen’in çatık kaşlı gülümsemesi, Nubar Terziyan’ın tonton yanaklarıyla, Zeki’yle Metin’in kabareleriyle, Gırgır’ıyla Fırt’ıyla, Turist Ömer’in selamıyla hatırlamaya devam edeceğim.

Çünkü başka türlüsü canımı acıtıyor…

Arkadaşını kızdırmak için bildiği en ağır yöntem “nanik” çekmek olan, kızların kurdelelerini çözen, kapalı spor salonlarında en fazla “hakeme gözlük eline de sözlük” diye bağıracak kadar kabalaşabilen çocuklardık. Üç kornerin bir penaltı ettiği, taşlardan kale direği, gazete kağıdı yumaklarından top yaptığımız maçlarımız, bilyelerimiz, çelik çomağımız vardı. Üzerine yağ ve salça sürülmüş, sanki masallardan kopup gelmiş gibi lezzetli ekmek dilimlerimizi, komşu çocuklarına ayıp olmasın diye evimizin kapısının önünde ayaküstü ağzımıza tıkıştırır, alelacele oyunumuza dönerdik. Cebimizdeki üç kuruş harçlığımızı, oyundan sonra terli terli içtiğimiz gazoza, leblebi tozuna harcardık. Dizlerimiz dirseklerimiz hep yara bere içindeydi, ama hep enerji dolu hep de neşeliydik…

Televizyonlarımız siyah-beyazdı ama hayatlarımız çok renkliydi. İnsanlar birbirleriyle konuşabiliyordu. Hem de -şimdi inanması belki çok güç geliyor ama- tanışmayanlar birbirlerine “efendim” diye hitap ediyor, sizli bizli konuşuyorlardı…

İnsanlar kibardı, insanlar candandı, bir yere girdiğinde “iyi günler” der ve evet, çok garip ama cevap da alırlardı. Nadiren yapılan telefon konuşmaları usûl, adap gerektirirdi. Her köşe başındaki mahalle bakkalları deftere borç yazar, borcun günü geldiğinde hâlâ ödenmemişse en az borç sahibi kadar sıkılır, efendiliğinden hatırlatmaya çekinirdi.

İnsanlar kibardı, insanlar candandı, en cahili bile oturup kalkmasını bilir, toplum içinde “adab-ı muaşeret”e uyardı. Saygı vardı, sevgi vardı, ayıp vardı, gerektiğinde utanma vardı. Şimdikinin aksine, “ahlâka mugayir” bir şey yaptığınızda rezil olabilirdiniz. İnsanlar kötülüğe kendince tepkisini verir, iyiliği de dili döndüğünce takdir ederdi…

İnsanlar kibardı, insanlar candandı…

Bindiler de çektiler gittiler, o iyi insanlar, o dünya güzeli atlara…

Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık…

Yaşar Kemal

Bütün dünyayı kasıp kavuran çağ yangınından en çok nasibi alanlardan oldu doğup büyüdüğüm ülkem. Kötülüğün, kabalığın, güç tutkusunun, cehaletin bu kadar prim yaptığı bir dönem daha yaşanmamıştı o topraklarda. Umuyorum ve inanıyorum, küllerinden yeniden doğacak. Ben o zamana kadar kendi meşrebimce anlatmaya devam edeceğim çocuklarıma Türkiye’yi. Yine aklımda kalan güzellikleri anlatacağım. Canımı acıtan başka türlüsünü değil, bildiğimiz gibisini, aslını anlatacağım. En saf halini…

Oğuz Aral ustanın hep tavsiye ettiği gibi, gereksiz taramalardan kaçınarak

No responses yet